6 Temmuz 2017 Perşembe

Evrim III, 12.gün - Kaç tane BEN var bu bedende?

Foto: Dersim-Tunceli

Bu aralar yine her şey zor gelmeye başlamış. Sorular-hesaplaşmalar, kendimi sorgulama halleri beni yoruyor… Kaç tane BEN var bu bedende? Hepsi kendi rüştünü ispat etmek için olağan dışı bir çaba harcıyor. Niyeyse kendimle barışmalarım kısacık zamanlara sığıyor. Yapmak isteyip de yapamadıklarıma daha çok odaklanıyorum. Kabullenmek sanki benim yumuşak karnımı keşfetmemi sağlayacak. İstediğim bu değil mi? Ah bu kafa karışıklığı…. Sabahları uyumak istemediğim halde kalkmamak için direnmek.

* Neden her şeyi yarım bırakıyorum, çok mu maymun iştahlıyım ben?
* Niye bana iyi geleceğinden emin olduğum şeylere (yoga pratiği) direnç gösteriyorum. Yeterince çaba sarf etmiyorum diye kendime şiddet uyguluyorum. Hani ahimsa=şiddetsizlik ilkesi nerede?

Kendimi; Schopas’ın (4. y.y. heykeltıraşı) dans eden Menad’ı gibi hissediyorum. Heykelde hareketlenen saçlar yüzünü kapatır. Benliğimi sarmalayan perdelerin-gölgelerin içinde kaybolmuşum sanki. Dağılmış  zihnim ve bedenim arasındaki bu çatışmalar bu duruma çok uyumlu gözüküyor. Yıllar önce Elif Tül Tulunay; “4. Yüzyıl heykelleri şans gibidir. Şans bir kere önünüzden geçer saçlarından yakaladınız yakaladınız yoksa bir daha aynı şans önünüzden geçmez” demişti.
Bende yogayı hayatımda şans olarak görenlerdenim. Ama dinamiğimi kaybetmek bazen çok sarsıcı oluyor ve toparlamakta zorlanıyorum. İçimde ki ses bazen zayıf çıksa da devam diyor…

Bütün bu kargaşanın içinde yoga sonrası padmasana’da oturuyorum.
Sankalpa; niyet ettim derinleşmeye… Madem bir içe dönüş yolculuğuna adım attım daha yakından bakmalıyım kendime! Perdelerimi biraz aralamak gerek. Gözlerim kapalı bir süre sessizce oturuyorum. Sonra bir siluet beliriyor.
* Birinci ben namaste halinde öylece duruyor. Can, gölge ve ruh…
* İkinci ben çok hareketli,  hiç durmadan sürekli oraya buraya koşturuyor. Gördüklerim karşısında şaşkınım. Nasıl inanılmaz bir hızda hareket ediyor ve hiçbir şey sonuçlanmıyor. Sanki hep bir yarım kalma hali…
Yeni yürümeye başlamış, hiç durmayan bir çocuk misali
Bir süre sonra yeni  * üçüncü Evrim beliriyor. İnanılmaz dominant, sağlam bir duruşu var. Göremiyorum bedeni dışında ona dair hiç bir şeyini. Öylece ortada duruyor ve bakıyor. Onu çok iyi tanıyan bir halim var. Delici bakışlara sahip.  Duruşunda bir kararlılık var ama neyin kararlılığı çözemiyorum.
Bir süre sonra, ikinci Evrim bir köşeye geçip cenin gibi kıvrılarak, çocuk misali sessizce uykuya dalıyor. Onun yokluğu üç’ü daha iyi görmemi sağlıyor. Ama hala o taviz vermeyen robot hali…

O zaman padmasana da oturan Evrim anlıyorum ki; bizim ortak noktamız aynı bedende ikamet etmek. Onda birleşiyoruz. Evet farklıyız ama bu bedendeki varlığımız bizi tamamlıyor. Hiç birimizin yaptığı şeyden öteki ne tam olarak sorumlu nede bağımsız. Öyle bağlarla bağlıyız ki birbirimize yolculuğumuzda yollarımız hep kesişiyor.

Bu yolculuk hiç yalnız geçmeyecekse  uyumu da yakalamak gerek. Oturan BEN o rahatsızlığın içinde kaldıkça kendimi ve ötekileri biraz daha anlıyor, yakınlaşıyorum.  Bütün bunları düşününce aklıma gelen şey Sezen Aksu “Kolay olmayacak elbet üzüleceğiz.” Gerçekten her şey zor muydu yada öyle mi olmalıydı? Dinlemekten zarar gelmez:) OMmm

https://www.youtube.com/watch?v=WMk0wKTKGhk