Foto: Dersim-Tunceli |
Bu
aralar yine her şey zor gelmeye başlamış. Sorular-hesaplaşmalar, kendimi sorgulama
halleri beni yoruyor… Kaç tane BEN var bu bedende? Hepsi kendi rüştünü ispat
etmek için olağan dışı bir çaba harcıyor. Niyeyse kendimle barışmalarım kısacık zamanlara
sığıyor. Yapmak isteyip de yapamadıklarıma daha çok odaklanıyorum. Kabullenmek
sanki benim yumuşak karnımı keşfetmemi sağlayacak. İstediğim bu değil mi? Ah bu
kafa karışıklığı…. Sabahları uyumak istemediğim halde kalkmamak için direnmek.
* Neden
her şeyi yarım bırakıyorum, çok mu maymun iştahlıyım ben?
* Niye
bana iyi geleceğinden emin olduğum şeylere (yoga pratiği) direnç gösteriyorum. Yeterince
çaba sarf etmiyorum diye kendime şiddet uyguluyorum. Hani ahimsa=şiddetsizlik
ilkesi nerede?
Kendimi;
Schopas’ın (4. y.y. heykeltıraşı) dans eden Menad’ı gibi hissediyorum. Heykelde
hareketlenen saçlar yüzünü kapatır. Benliğimi sarmalayan
perdelerin-gölgelerin içinde kaybolmuşum sanki. Dağılmış zihnim ve bedenim arasındaki bu çatışmalar bu
duruma çok uyumlu gözüküyor. Yıllar önce Elif Tül Tulunay; “4. Yüzyıl heykelleri
şans gibidir. Şans bir kere önünüzden geçer saçlarından yakaladınız yakaladınız
yoksa bir daha aynı şans önünüzden geçmez” demişti.
Bende
yogayı hayatımda şans olarak görenlerdenim. Ama dinamiğimi kaybetmek bazen çok
sarsıcı oluyor ve toparlamakta zorlanıyorum. İçimde ki ses bazen zayıf çıksa da devam diyor…
Bütün bu
kargaşanın içinde yoga sonrası padmasana’da oturuyorum.
Sankalpa;
niyet ettim derinleşmeye… Madem bir içe dönüş yolculuğuna adım attım daha
yakından bakmalıyım kendime! Perdelerimi biraz aralamak gerek. Gözlerim kapalı bir süre sessizce oturuyorum.
Sonra bir siluet beliriyor.
*
Birinci ben namaste halinde öylece duruyor. Can, gölge ve ruh…
* İkinci
ben çok hareketli, hiç durmadan sürekli
oraya buraya koşturuyor. Gördüklerim karşısında şaşkınım. Nasıl inanılmaz bir hızda
hareket ediyor ve hiçbir şey sonuçlanmıyor. Sanki hep bir yarım kalma hali…
Yeni
yürümeye başlamış, hiç durmayan bir çocuk misali
Bir süre
sonra yeni * üçüncü Evrim beliriyor.
İnanılmaz dominant, sağlam bir duruşu var. Göremiyorum bedeni dışında ona dair
hiç bir şeyini. Öylece ortada duruyor ve bakıyor. Onu çok iyi tanıyan bir halim
var. Delici bakışlara sahip. Duruşunda
bir kararlılık var ama neyin kararlılığı çözemiyorum.
Bir süre
sonra, ikinci Evrim bir köşeye geçip cenin gibi kıvrılarak, çocuk misali sessizce
uykuya dalıyor. Onun yokluğu üç’ü daha iyi görmemi sağlıyor. Ama hala o taviz
vermeyen robot hali…
O zaman
padmasana da oturan Evrim anlıyorum ki; bizim ortak noktamız aynı bedende
ikamet etmek. Onda birleşiyoruz. Evet farklıyız ama bu bedendeki varlığımız
bizi tamamlıyor. Hiç birimizin yaptığı şeyden öteki ne tam olarak sorumlu nede
bağımsız. Öyle bağlarla bağlıyız ki birbirimize yolculuğumuzda yollarımız hep
kesişiyor.
Bu
yolculuk hiç yalnız geçmeyecekse uyumu
da yakalamak gerek. Oturan BEN o rahatsızlığın içinde kaldıkça kendimi ve
ötekileri biraz daha anlıyor, yakınlaşıyorum. Bütün bunları düşününce aklıma gelen şey Sezen Aksu
“Kolay olmayacak elbet üzüleceğiz.” Gerçekten her şey zor muydu yada öyle mi
olmalıydı? Dinlemekten zarar gelmez:) OMmm
https://www.youtube.com/watch?v=WMk0wKTKGhk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder