Foto: EK "Ayasofya" |
En çok şehirlerin sokaklarını umarsızca hesapsızca gezmeyi severim. Nereye gideceğimi düşünmeden, plan yapmadan. Sanki bu şehirlerin doğası ve sokakları bana insanlarını anlatır. Her şey ayrı bir dokunuştur. Kaldırımlar, sokaklar, binalar, bambaşka pencerelerden hayata-insana bakmak sanki …
Trabzon’dayım, 3 gün sonra nihayet kendimi sokağa attım. Kulağımda
Aytekin Ataş’ın Gitsen de şarkısı; "Yollar nereye götürecek seni”
diyor. Kendisini pek severim aynı toprağın insanı olmaktan mı bilmiyorum.
Yolculuğum sırasında bir yanı dağlarla çevrili, fırça darbelerini
andıran yeşillikler. Diğer yanda ise uçsuz bucaksız Karadeniz’in hakim olduğu
sahil yolunda ilerlerken ne kadar muhteşem diye düşünmüştüm. Sabah güneşi
gözlerimden kalbime süzülürken bana fısıldıyordu sanki; uyan! bu güzelliği
kaçırmamalısın diye… Fakat Karadeniz hakikaten şahsına münhasır şekilde KARA
bir denizmiş. Gidenler bilirler Ege ve Akdeniz’in mavisi, gökyüzünün mavisi ile
kavuşan iki sevgiliyi andırır. Bakmaya doyamazsınız en kasvetli ruh bile
yumuşayıp şair olabilir.:)
Şehirde az da olsa eski Rum binaları hala bulunmakta. Bazı
sokaklardaki Arnavut kaldırımları kendini korumuş. Üstünde yürürken acaba
kaç nesil tanıklık etmiştir diye düşünmeden edemiyorum. Öyle bir his ki yumuşak
bir tene, sevdiğim birine dokunur gibi yürüyorum.
Devam ediyorum yoluma sahile inmek gerek. Deniz hep keyif –
huzur-sonsuzluk karışımı bir duygu verir bana. İçimde ki bu deniz aşkı nereden
geliyor ben bile şaşırıyorum.
Yürüyerek sahile iniyorum. Uçsuz bucaksız denize bakarken
yarattığı sonsuzluk duygusu muhteşem hissettiriyor insana… kıyıya yakın sular
çok bulanık ve balçık kokusu yayılıyor etrafa. İnsanın yaşadığı her yer
kirlenmeye mahkum diye düşünmeden edemiyorum.
Hırçınlığıyla anılan Karadeniz’e bakarken; dağlar ve deniz
ararsında sıkışmış bu coğrafya da yaşayan insanoğlunun doğasını anlamaya
çalışıyorum. O sıkışmışlık hissinin etkisi şehrin insanına da yansımış sanki...
En ufak bir şeye karşı hemen bir (bazen saldırganlığa varan) savunma hali.
Kendi doğasındaki bu dalgalanmayı denizin heybetine bağlayarak
övünç kaynağı olarak görmeleri beni düşündürüyor. Acaba bu durum; kendi
halinden memnun olduğundan mı yoksa memnuniyetsizliğini savunma ihtiyacından mı
bu insanlarda?…
Bu sıkışmışlık hissi ve övündükleri mizaçları onlar için çok yorucu
olsa gerek. Hırçın ve dalgalı mizaçları için hiç düşündüler mi
acaba? Koca dalgaların kıyıya vururken parçalanarak minik su damlalarına
dönüşmesi gibi insanoğlu da sürekli değişiyor-parçalanıyor-dönüşüyor.
Aslında hepimiz hayatımızın bir dönemi parçalara ayrılıyoruz. Ama
önemli olan hikayemizi doğru tamamlamak. Bu kentin insanının işi zor olsa
gerek. Havanın sürükleyici haliyle suyu harekete geçirdiğini var sayarsak.
Arada bir lodosa maruz kaldığımda dengemi yitirdiğimi düşününce bu insanlar
için hayat zor olmalı… Tabi ki bu hallerinden memnun olmalarını saymazsak.
Ama aşırı memnuniyet bizi hatalara sürükler. Göremeyiz başka
güzellikleri, narsizm; başkaları ile aramıza kalın duvarlar örer ve biz sadece
kayıplarımızdan dolayı haklı nedenler bulmaya çalışarak tükeniriz bazen…
Yıllar sonra bu şehrin sokaklarını tek başıma dolaşırken aklımda
kalbimde sadece bir boşluk, sanki hiç bir şey hissetmiyorum. Oysa ben bu
şehirde iki insanı arkamda bıraktım. Acı çekmiştim, yada acı olduğunu sanmıştım.
Şimdilerde aklıma gelince olması gereken buymuş diyerek kabullenip yoluma devam
ediyorum. Eskiden olsa tutamazdım kendimi, o boşluğu doldurma çabasıyla insanları
aramak isterdim. Şimdilerde içimde özlemin anlamı değişiyor kulak veriyorum kendime.
Kendi eksik parçalarımı başkalarında tamamlamanın bir kandırmaca dan ibaret
olduğunu biliyorum.
Değişimin adı bu olsa gerek, yaşadıklarımızla, korkularımızla
büyüyoruz. Aklıma eski bir hocamın sözleri geliyor” su akar yatağını bulur.”
Duygularımın yoğunluğuyla tamda istediğim gibi sokak arasındaki
Bahçe Kafe’ye oturuyorum. Sağ tarafımda 1889’lu yıllarda Mühendis Kakudilis
tarafından yapılmış Rum binası, bütün gücü ve heybetiyle zamana meydan
okuyor.Türkiye’de kurulan ilk erkek öğretmen okullarından biri olduğunu
sonradan öğreniyorum. İçimde tatlı bir kıskançlık; biz faniler
zamandan çaresizce şikayet ederken bu bina ne çok insana, değişime tanıklık
etmiştir kim bilir?
Sessizce iki bina arasından denize bakarken kalemimin ucunda kelimeler dans ediyor. Farid Farjat kemanıyla bu güzel ana eşlik ediyor sanki… Yalnız oturmanın böyle bir güzelliği var her detayı inceleyebiliyorsunuz-kulak veriyorsunuz kendinize. Bu kafenin profili daha farklı yerel kimlikten biraz uzak baktığınızda hemen fark ediliyor. Yan masada 50-55 yaşlarında bir grup insan KATÜ’de mimarlık okumuşlar. Eski anıları tanıdık bir ses gibi geliyor kulağıma; Zamanın hızlı tükendiğinden bahseder olduk sürekli, şimdi başkalarını dinlerken hepimizin ortak kaygısı olduğunu düşünüyorum.
Yine bir yol serüveni öncesi:)
Sevgilerimle...
Yine bir yol serüveni öncesi:)
Sevgilerimle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder