10 Nisan 2017 Pazartesi

Babam ve Çocukları



Mevsim kırlangıç mevsimiydi…

Babamın yaşlılığına tanıklık etmek bir çocuğun bebekliğe geçişine tanıklık etmek gibiydi… Zaman tersine dönmüştü sanki… Babamın gözlerindeki anlamı biliyordum; korku, özlem, pişmanlık ve sevgi… Bunlar sadece benim görebildiklerimdi çünkü son zamanlarda çok tanıklık etmiştim bu duygulara. Ama kim bilir o gözler daha nelere tanıklık etmişti.

Belki de hiç haberi olmayacaktı babamın, en çok yaşlılığında bana öğretmenlik yapacağından. Anne olmadığım halde anne çocuk ilişkisi yaşayacaktık biz onunla. Anlamadığı zamanlar hayretler içinde, 1 yaşındaki çocuğun şaşkın ifadeleriyle baktığında ona nasıl yaklaşacağımı, nasıl yönlendireceğimi öğrenecektim.

Bazen yapmak istemediği şeyleri, karşısında aynısını yaparak onunda sabırla katılmasını beklemeyi, bir yandan sabırlı olmama karşın, öbür yandan hep sabırsızca çırpınan bir tarafımı keşfedecektim…
Bir şeyi veya yemek yemeyi istemediğinde küçük molalar vermeyi, sonra dikkatini başka noktalara çekerek tekrar denemeyi…

Çevresinde yüksek sesle konuşulduğunda – bağırıldığında oyun alanı işgal edilmiş bir çocuk gibi tedirgin, ne yapabileceğini bilmeden panikle öfkelendiğini…
Ona kızdığım zamanlarda olacaktı elbet. Sonra bu duygumun ne kadar yersiz olduğunu fark edecektim. Babamın çocuk haliyle karşısındaki yetişkin ben’in çarpışmasının anlamsız ve adil olmayan bir çabadan ibaret olduğunu öğrenecektim…

Vücut ısısının ne kadar düştüğünü ve ölüm yaklaştıkça canı çekilmenin ne demek olduğu gerçeğini en sevdiklerim de yaşayacaktım çünkü ben büyürken ailemde dokunarak, sarılarak, öperek sevgiyi göstermeyi öğrenmiştim…

Üşüdüğünde kocaman nasırlı ellerini ellerimin arasına alıp ovarak ısıtmayı… İnsanın içi ısınmadan dışı da ısınmaz diyerek sıcak şeyler içirmeyi…
Anne-babamı her ziyaretimden sonra ayrılık sırasında çenesi titreyerek gözlerinde yaşlarla uğurlandığım zamanlar kalacaktı aklımda…

Sevgiye, aslında kaç yaşında olursak olalım hepimizin sevgiye ne kadar muhtaç olduğuna-olduğumuza tanıklık edecektim…

İnsanların hey gidi Sabit, bir zamanlar neydin dediklerinde kendilerinin  neler yaşayabileceklerini düşünmediklerini yada içten içe hiç yaşlanmayacakmış hislerine içimden; ya siz, siz neler yaşayacaksınız hiç tahmin edebilir misiniz diye isyan edecektim bazen sesli bazen sessizce.

Arada bir konuşmaya çalıştığında anlamakta zorluk çekip, ne söylediğini tahmin etmeye çalışarak cevap verecektim. Ama çocuklarına-bize sürekli söylediği, miras gibi bıraktığı bir nasihatı vardı babamın “ birbirinizi kırmayın, kıymetini bilin, sevin, sayın” bunu söylerken hiç dili sürçmeden tekrar ediyordu. Çünkü bu onun ailesinde sessizce devam eden bir gelenekti sanki.

Oda herkes gibi genç olmuştu bir zamanlar, belki de hiç yaşlanmayacağını bile düşünmüştü. Ama benim – bizim babamızdı işte…
Annemin babama karşı özverisinin ve sabrının sanki bu hayattaki-hayatındaki misyonu olduğunu keşfediyordum. Uzaklarda olan çocuklarının hayatları karışmasın diye hiçbir şey sezdirmeden her zorluğa tek başına göğüs germesine.

Çok çocuk yetiştirmişti annem ve babam, yeğenleri, çocukları, torunları. Herkesin hayatına biraz ucundan biraz köşesinden dokunmuşlardı. Kim ne düşünür bilemem ama özverili oldular hep. Bunu bize de miras gibi bırakmayı ihmal etmediler.  Uzun yıllardır hep yapayalnız yaşadılar. Buda insanların hayatındaki belirsizliğe iyi bir örnekti işte.


Hayatımın uzun yıllarını onlardan uzakta yaşamıştım. Öncesinde de çocuk sayılırdım. Şimdi ise savunmasız ve ihtiyaç duyan bir çocuktu babam, şimdiki anılarımız daha yeni ve daha yakın zamandı. Bu nedenle; onun dinç ve sağlıklı halini çok hatırlamayacaktım çünkü hafızam yakın zamanda biriktirdiğim anılarla çok doluydu.

Hafızamın bir yerinde hep o uzun boylu, güçlü erdem sahibi adam vardı. Eskiden olsa elimden alındığı için çok kızardım. Ama bu kırılgan çocuğun misyonu bambaşkaydı. Aynı hikayenin içindeki iki farklı kahramandı benim babam. Biz babamla her seferinde farklı duyguların-tecrübelerin çemberinden geçiyorduk artık.
Ama eskiye dair hiç unutmayacağım bir şey vardı; “bizi öperek kafamızı göğsüne koyan, ciğerim diyen taa o derinlerden gelen iç çeker gibi ses” onun için ciğerim kelimesi hayatım boyunca hiç tarif edemeyeceğim anlamlar taşıyacaktı benim- bizim için…

Bütün bencil insanlar gibi ben de isteyecektim ki; babam hem acı çekmesin hemde ölmesin...
Belki babam bilmezdi ama ben biliyordum ki babamla ilişkim artık sadece baba kız ilişkisi değil birazda anne çocuk ilişkisiydi ve zaman sanki tersine dönmüştü…


Babam belki hiç bilmeyecekti; onunla yaşadığımız anılarımız artık en önemli başucu kitabım olacaktı ve her aklıma geldiğinde acaba bana ne diyecek düşüncesiyle gelişigüzel bir sayfayı açıp okuyacağımı… belki de bilirdi. 

Bu güne ve geleceğe yazılmış satırlardan sevgilerimle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder